3 Şubat 2011 Perşembe

Hayata Dair

HEP aynı şey oluyor!

Aşırı neşeli halin çoğu zaman derin bir hüznün maskesi olduğunu...Kıpır kıpırlığın aslında bizi teslim alan can sıkıntısı ve "durgun" ruh halini kendimizden bile saklamaya yaradığını...Anlayıp kabullenmekte toplumca zorlanıyoruz.Dün karşılaştığım herkes Defne Joy Foster'in aylardır twitter'a yazdıklarındaki hayal kırıklığı, sıkıntı ve hüzün imalarını konuşuyordu.Oysa böyledir! Şımarıklık der, geçeriz ya bazı şeylere...Aslında o kişinin bize değil, hayata şımarmak, hatta hayat tarafından şımartılmak istediğini dikkate almayız.
Haşmet Babaoğlu

****************************************

Bütün çaresizlerin son sığınağı olan “ilahi adaletten” kuşkuya düştüğün, o adaletin tecelli ediş biçimine baş kaldırdığın, bu baş kaldırışa verilecek cezaya bütün kalbinle razı olacak ve o cezaya aldırmayacak kadar üzüldüğün zaman, her canlının var gücüyle tutunmaya çalıştığı hayat da anlamını yitiriyor.Otuz iki yaşında genç bir kadının ölüm haberiyle uyandım ben dün sabah.Ve, ben hiç tanımadığım genç bir kadının ölümüyle bu kadar acı çektiysem, o genç kadının ailesi nasıl bir acı yaşıyor diye düşündüm.O keder karşısında hangi duygu, hangi istek, hangi ihtiras bir mana taşımaya devam edebilir ki?
Böyle zamanlarda, ünlü bir İngiliz yazarın, bir filmde izlediğim sözünü hatırlıyorum hep, “tanrı bizi bir heykel gibi çekiç darbeleriyle biçimlendiriyor”.Bazen heykeli yaparken taşı kırıyor tanrı.Heykel onun, taş onun ama her kırılan heykelde canı yanıyor insanın.Kader diyebilirsiniz.
Nasıl insafsız bir kader bu?

Ölümün yanında durup da, o sonsuzluğa değerek baktığınızda, bütün kâinat, bütün insanlar, bütün hayat, hatta bizzat ölümün kendisi bile öylesine küçük toz zerrelerine dönüyor ki, bir “kudret” bize ne kadar önemsiz olduğumuzu hatırlatmak ihtiyacı mı duyuyor diye merak ediyorsunuz
 Ahmet Altan



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder